Rektör efendi
Kendine hak gördüğün aslında kimin hakkı?
Ne ümitler bağlamıştı şehir üniversiteye.
Herkes kolları sıvadı, elinden geleni yaptı.
Allah rahmet eylesin Burhanettin Hoca insan üstü bir gayretle şehir dinamiklerini de harekete geçirip, devlet imkanlarını iyi kullanarak bir cumhuriyet üniversitesi inşa etti.
Ondan sonrakiler “İyi evlat katar yer, kötü evlat satar yer.” Misali adını kötüye çıkardılar.
Şimdilerde rektörün cüzdanı konuşulur oldu.
Aldığı para yanlarla-yunlarla Cumhurbaşkanı maaşının nerede ise 6 katı.
Çıkmış dezenformasyon diyor.
Mahkeme ile tehdit ediyor.
Karışıkmısın, kuruşukmusun bak hoca efendi?
Şimdi iyi oku, iyi öğren.
Sözüne, liyakatine, doğruluğuna inandığım bir akademisyen dostum yazmış.
Noktasına bile dokunmuyorum.
Aha yazısı;
“Rektörlük Makamı ve Döner Sermaye
Hak mı, Ayrıcalık mı?
Üniversiteler sadece bilgi üretim merkezleri değil; aynı zamanda kamu kaynaklarının en saygın şekilde yönetilmesi gereken kurumlardır. Rektörlük ise bu kurumların hem yönetsel hem de sembolik en tepe noktasıdır. Ancak son yıllarda günlerde bazı üniversitelerde rektörlerin döner sermaye gelirlerinden aldığı paylar, kamuoyunda sessiz bir rahatsızlığa yol açıyor. Çünkü mesele artık şu soruya gelip dayanıyor: Rektör bu geliri neye dayanarak alıyor?
İşin yasal tarafına baktığımızda, rektörlerin döner sermaye gelirinden pay alması mümkündür. Ancak bu hak, rektörlük sıfatından dolayı otomatik olarak doğmaz. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 58. maddesi çok açık: Döner sermaye geliri, katkı sunan personele verilir. Yani bir rektörün, üniversite hastanesinde hasta bakması, bilimsel bir projeye danışmanlık yapması ya da analiz biriminde aktif olarak görev alması durumunda bu katkısı karşılığında gelir elde etmesi yasaldır.
Ama katkı yoksa, alınan her ödeme tartışmalıdır.
Hazine ve Maliye Bakanlığı ile YÖK’ün belirlediği düzenlemelere göre, rektörler döner sermaye gelirlerinden en fazla yüzde 600 ila 800 oranında pay alabilir. Ancak bu oran bir hak değil, yalnızca üst sınırdır. Katkı yoksa, yüzde bir bile alınamaz. Bazı rektörler bu oranları bir tür “makam hakkı” gibi değerlendirse de, hukuk böyle işlemez. Sayıştay denetimlerinde birçok üniversitede, katkısı olmayan yöneticilerin döner sermayeden yüksek miktarda gelir elde ettikleri tespit edilmiş, bu ödemelerin geri iadesine karar verilmiştir.Bir başka önemli sınırlama da şu: Rektörler sadece tek bir döner sermaye biriminden gelir alabilir. Yani hem hastane döner sermayesinden, hem de danışmanlık projelerinden aynı anda ödeme almak yasaktır. Buna rağmen bazı uygulamalarda rektörün adı danışman olarak farklı projelere yazılıyor, hatta katkısı olmadığı halde ödeme yapılıyor. Bu sadece hukuki değil, etik bir sorun olarak da karşımızda duruyor.Üniversitelerde döner sermaye gelirlerinin belirli oranlarda Hazine’ye ve Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) havuzuna aktarılması zorunludur. Hazine payı yüzde 1, BAP payı ise yüzde 5’tir. Geriye kalan kısmı ise katkı sunan personele dağıtılabilir. Yani bu sistemin özü, emeğe göre gelir dağıtmaktır. Makama göre değil.Bu noktada etik devreye giriyor. Rektörlük, üniversitenin sadece yönetiminden değil, değer sisteminden de sorumludur. Rektörün katkı sunmadan yüksek gelir elde ettiği bir düzende, genç akademisyenlerin emeği değersizleşir. Kurum içinde adalet algısı zedelenir. Ve en önemlisi, kamu vicdanı yaralanır.Şunu açıkça söylemek gerekir: Rektör döner sermaye geliri alabilir, ama sadece ve sadece katkı sunduğu zaman. Katkı yoksa, alınan her kuruş yalnızca kamu kaynağı değil, aynı zamanda akademik güvenin de tüketilmesidir.
Rektörlük bir makamdır, evet. Ama bu makamdan doğan güç, şeffaflıkla dengelenmediği sürece meşruiyetini kaybeder. Üniversitelerde her şeyin değil, ama özellikle kamusal kaynağın dağılımının hesabı verilmelidir. Çünkü güç, ancak denetleniyorsa haklıdır.
O yüzden şu soruyu sormadan geçemeyiz: Bugün rektörlük koltuğunda oturan kişi, döner sermaye gelirini emeğiyle mi, yoksa yetkisiyle mi alıyor?
Cevap yalnızca hukuk kitaplarında değil. Cevap kamu vicdanında saklı.”